Burada Türk ve Moğol münasebeti meselesini izah etmek gerekiyor. Bugün yaklaşık olarak 4 milyon sayılan Moğollar, Türkler ve Mançular gibi Ural-Altay kavimlerinin Altay topluluğuna mensupturlar. Moğollar bu Altay topluluğunun Türklere en yakın, bilhassa toplumsal teşkilâtı itibariyle tamamen kardeş bir kavmi oluştururlar. Türk ve Moğol dilleri arasındaki ilişkiler meselesi bugün kesin bir şekil almamışsa da son senelerde güzel gelişmeler gösteren Altay dilleri karşılaştırması yolunda, bilhassa RAMSTEDT, KOTVİÇ, POPPE; VLADEMİRTSEV ve PUCHA gibi bilginlerin incelemeleri sonunda epeyce mesafe alınmıştır. Eski Türk dili meseleleri şimdi Moğolca ile karşılaştırma yönteminden başkasıyla öğrenilmez bir şekil almıştır. Yani her iki dilin uzak geçmişi yekdiğerine sıkı bağlıdır; fakat tanınmış Avrupa eserlerinde <<Moğol ırkı>> derken Altay topluluğu değil, Ural-Altay kavimleri grubuna bile asla ilişkisi olmayan Uzakdoğu kavimleri Çinliler anılıyor. Bu, bilhassa geçen asırda egemen olan bir yanlış tanımlamadır. Bundan başka, <<Tatar>> ismi evvelce Moğollar egemenliği zamanında onlara sonradan katılan kavimlere de verildiğinden Kazan-Tatarı, Nogay-Tatarı, Altay-Tatarı, Azerbaycan-Tatarı gibi adlar ortaya çıkmıştır. Bu adların her biri birer etnik ilişkiye kanıt olmazlar. Bu anlamda, eski Bulgarların ve Kıpçakların karışmasından oluşan Kazan Türkleri ile Tatarlar arasında etnik bağlantı yoktur. Bu Azerbaycan Türkleri içinde böyledir. Gerek Kazanlılara ve gerekse Azerbaycan Türklerine Moğol egemenliği devrinde Doğudan gelen Tatarlar karışmışlardır. Kazanlılarda çoğunluk Kıpçak, Azerbaycanlılarda ise Oğuz ve Hazarlar olmuştur.
Bildiğimiz Moğol dilinde konuşan kavimler 12. yüzyıldan önce bir taraftan şimdiki Yakutların ülkesiyle Amur nehri arasında var olan ülkelerde yaşamışlardır. Örneğin Doğu Moğolistan'da yaşayan ve sonunda 10. yüzyıl başlarında Kuzey Çin'e egemen olan Hıtay(Kidan)ların Moğolca konuşan bir kavim olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde Reşididdin'in tarihinde Angara nehri üzerinde ve onun Yenisey'le birleştiği yerin aşağı taraflarında yaşayan Tatar, Dürben, Salciyut, Katakın gibi kavimlerin diline ait verilen kayıtlar (usutu mankun; alakçın adutan; mankü bılavurnan cümleleri) Moğolcadır. Reşideddin tarihinin Topkapı sarayı nüshası No. 1518 varak 17-a da bulunan bu cümleleri RAMSTEDT (özel bir mektubunda) değerlendirmiştir. Fakat bu Moğolların Türk kavimleri ile karıştıktan sonra onların dillerinin etkisi altında kalarak Altay topluluğuna girmeden önceki dilleri ve genel bir adlarının bulunup bulunmadığı belli değildir. Prof. Poucha'ya göre bu kavimlerin Altaylaşmadan önceki dilleri paleoasyatik bir dildi ve Yukagirlerin diline yakındı. Şivi(Şivey) adının Moğolca konuşan kavimlerin yahut onların çoğunluğunun eski genel adlarının olduğunu düşünmek mümkündür. <<Tatar>> adı Orhun kitabelerinde geçiyorsa da bu adın Göktürk ve Uygurlar devrinden sonra Moğolistan'da yaşayan Moğol ve Türk kavimlerinin belirli bir bölümüne verildiği görünüyor.
Yenisey'deki Tatarlar Moğolca konuşmuşlardır. Fakat Çin seddi yakınlarında yaşayan <<Çağan Tatarları>> olarak anılan Ongutlar ve 10. yüzyılda Lob-nor ile Köke-nor arasında, özellikle Altındağ bölgesinde Çümül ve Şato Türkleriyle birlikte yaşayan ve <<Tatar Miski>> terimini İran edebiyatına veren kalabalık Tatar kütleleri Türkçe konuşmuşlardır. Bunların <<Misk>>leri nefaset ve pahalılıkta dünya pazarında Arapların aynı Lob-nor gölü güneyinde kurulu şehrin adına dayanılarak <<Tusmet Miski>> denilen miskle bir idi. Aynı şekilde saf Türk olan İrtış Kimaklarının bir uruğu da Tatar olarak adlandırılmıştır. Demek ki <<Tatar>> adı Cengiz Han'dan önce Moğolistan'da yaşayan bir uruğun etnik kökenini öğrenmek için yeterli olmaz.
Moğolistan'da Hıtayların egemen olduğu devirde Çin kaynakları 18 urug adını anıyorlar: Büyük Sarı Şivey, Ti-le, Ven-gi-la (belki=Kongır, Kongrat), Ça-çi-la (belki=Cacırat), Ye-si, Pi-ku-te, Ni-la, Ta-la-çuy, Ta-mi-li, Mi-rh-ki (=Merkit), Ho-çu, Vu-ku-li, Tsu-pu, Pu-su-van, Tang-gu (=Tangut), Hu-mu-sze, Hi-ti, Kiu-rh-pi. Bu urug adları için Çinlilerin verdiği bu alâmetler arasında <<Ti-le>>, Göktürk ve Uygur yazıtlarında geçen <<Ti-le>> ve <<Tölüs>>lerin adını Vongila Kongurları gösteriyor; diğerleri ise eskiden burasının, yani Moğolistan'ın yerleşikleri diye bildiğimiz uruklar değildir. Cengiz Han'ın tarihinde, (Reşideddin'de ve Yunan- Çao- bi-şi'de) anılan bir çok urukların adları da 10. yüzyıldan önceki Moğolistan tarihine ait kayıtlarda görülmektedir. Bunların çoğunluğunun herhalde 9 ve 10. yüzyıllarda, Kuzeyden ve Kuzey-Doğudan kalkıp gelmiş, Moğolistan'da yerleşmiş ve oraya Moğol dilini yaymış Moğol uruklarından oluştuğu varsayılabilir. Fakat dediğim gibi o zaman için hangi uruğun ana dilinin Moğolca ya da Türkçe olduğunu tespit etmek güçtür. Bir çok uruglar her iki dilde de konuşabilmişler ve bazı zamanlar bu iki dilin birisinden diğerine geçebilmişlerdir. Arada Uyrat (Uyur=Uygur adının cem'i), Kıyat yahut Kayat (Kaya ve Kay adının cem'i), Kankliyut (Kanglı'nın cem'i) ve Bayaut (yahut Beyat'ın cem'i) adlarını taşıyan uruğlar aslen Türk olup Cengiz Han'ın ortaya çıkışına kadar Moğollaşmış idiler, fakat Türk geleneklerini tamamen unutmadıkları anlaşılıyor. Doğu Oğuzlarının oradaki bakiyesi olarak kabul edilmesi gereken Bayaut (Bayat) lar Moğollar arasında Moğol, Oğuz ve Kimaklar arasında Türk uruğu olarak anılmışlardır. Yani Türk ve Moğol uruklarının kaynaşmaları o zaman o kadar kuvvetli idi.
Cengiz Han'ın mensup olduğu <<Kıyat>> (yahut Kayat) sülalesi Börçegin (Börü Tegin) nesli hanlarının Kıyat uruğu içinden gelen bölümüdür. Buna ait söylenceleri aktaran Reşididdin'in Cami-üt Tavarih'i Moğol ve Uygur bahşıları ile ortaklaşa meydana getirilen bir eserdir. Eserin aslı Moğolca yazılmıştı ve İlhanlı hükümdarı Olcaytu'ya Moğolca olarak sunulmuştu; bu husus Reşididdin'in eserlerinin birinde belirtilmiştir. Diğer taraftan Cengiz Han'ın soyağacı, Reşididdin'den başka Moğol tarihine ait diğer kaynaklarda da yazılmıştır. KLAPROTH bu söylenceleri inceleyerek Göktürk (Tu-kieh) hakanlarına ait söylenceleri Moğol hanedanlarının kendi atalarına ait olarak göstermelerinin tarihi bir esasa dayandığını burada anılan adları nesillere taksim itibariyle ispata çalışmıştır. Güney Çin'in Sung sülâlesi hükümdarı tarafından elçi olarak 1221'de Moğolistan'a gönderilen ve Cengiz Han'ı bizzat ziyaret etmiş olan ÇİAO-HONG, Moğolların hayatı hakkında olduğu gibi, Cengiz Han'ın kökeni hakkında da önemli bilgiler vermektedir. Ona göre Cengiz Han'ın ataları Şato Türklerinden gelmektedir. Bu dikkate değer bir kayıttır. Çünkü Şatoların hanları, yukarı da sayfa 57'de* anlattığımız gibi, Göktürklerdendir. (*ileride Togan'ın sayfa 57'de geçen bahsini yazıya ekleyeceğim)
Reşididdin'de eski Türk, Oğuz boy, şahıs ve ongun adlarının açıklanmasına ait etimolojiler gibi eski Moğol hanedanına ve boy adlarına ait açıklamalar destanlardan alındıkları için pek âmiyanedir. Reşididdin'in <<Börçegin>> adını ''mavi gözlü'' diye açıklaması da böyledir. Bu sözcüğün <<Börü Tegin>> demek olduğu pek açıktır; tıpkı <<otçegin>> adının da Vlademirsev'in incelemelerine göre <<ot-tegin>> olduğu gibi. Bununla beraber Cengiz Han’ın ailesi hakkında böyle bir etimoloji yapılmasının nedeni; Cengiz’i dış görünüm olarak diğer Moğollardan açık bir şekilde ayıran özellikleridir. Göktürk hakanları da elâ gözlü şarışın insanlar idi; Batı Göktürklerinden Doğuya gelenlerin sarışınlığı daha fazla olduğundan ora Türklerince hoş görülmemiştir. Cengiz Han ile aynı sülâlenin ayrı kolundan gelen Temür Beğ gibi, oğulları Şahruh ve torunları Baysungur ve Uluğ Beğ uzun boylu, mütavassıt mongoloyid zarif insanlar oldukları zamanlarında yapılan resimlerinden ve mezarlarından çıkarılarak incelenen kafataslarından görülmektedir. Baysungur ve kardeşi Cüki Mirzalar da kendileri için yapılan renkli resimlerden görüldüğü gibi mongoloyid olmakla beraber sarışın olmuşlardır. Bütün bunlar, kendilerini Açina neslinden sayan Türk hükümdar sülâlelerinin aynı kökenden geldiklerini tiplerine ait kayıtlar yardımıyla doğrulanabileceğini göstermektedir.
Herhalde Cengiz Han’ın sülâlesi olan eski Açina ya da Çin kaynaklarında yazıldığı şekliyle A-si-na, Bozkurt söylencesine merbut hakanlar ve teginler neslinden geliyor. Çünkü bu sülâleye ait bu gibi söylenceler daha Cengiz Han’ın hükümdarlığından önce de sülâle bireyleri arasında yaşamıştır. Oğuz söylencelerinde hakanlık <<Kay>> nesline ait deniliyorsa ve Cengiz Han’da bu Kıyat (yahut kay) lardan geliyorsa bu, eski Şato hanları sülâlesinin Moğol aşiretleri arasında yaşayarak Moğollaşan bir şubesinden başka bir şey olmasa gerektir. <<Kay>> uruğu, Türklerin en uzak doğudaki şubeleri sıfatıyla El-Birûni’de <<Kun>> lar ile beraber, Çin kaynaklarında ise <<Ghey>> şeklinde Hıtaylarla ve <<Giy>> şeklinde <<Ulu-Hunlar>>la birlikte anılır. Kay yahut Key adını Berezin Moğolca’da hava anlamına gelen <<key>> ile birleştiriyor ki, bu yanlıştır. Bu topluluk eskiden Doğuda bulunan ve Şato (diğer adı Çümük) hanlarına bağlı bir uruktu. Fakat en kuvvetli bir ihtimal olarak bu Kayat’ların bir Oğuz uruğu olmayıp hem Göktürk (Şato), hem Oğuz ve hem Moğollar arasında eskidenberi yaşayan hâkim unsurdan ibaret olmuştur. Yahut ta hakanlılardan Böri Tegin evladı bu Kayat uruğu içinde yaşayarak bunlarla birleşmiş bulunuyordu. Çinliler, Cengiz Han’ın nesline ve ona yakın olan uruklara <<Kara-Tatar>> demişlerdi. Zaten dokuz kabile sayılan Kara Tatarlar bazen <<Kara>> adıyla 10. yüzyılda Şato ve Çümül oymaklarıyla birlikte Lob-nor ve Kansu arasında yaşayan kudretli bir uruk olarak kazılarda bulunan Hoten belgelerinde anılırlar. Bu uruğun adı Çince <<Şe-Yuan-Şi>> tarihinde sayılmıştır ki, Reşididdin’in saydığı dokuz uruğun adlarına uygundur. Çümük oymağı tüccar unsurdu, <<Şato>> sözcüğünü de şimdi <<sart>> tüccar diye açıklıyorlar. Cengiz Han’ın ataları Börçegin (Börü Tegin) sülâlesinin esası olarak <<Şato=Çümük>> oymağı hanlarıdır. Bunlar Kay (=Karakıyat), Ürenkay (=Beyazkay), ve Uysun oymaklarına dayanmışlardır. Fakat Şato (Börçegin) sülâlesi büyük Kara-Tatar topluluğuna dahil olmuşlar. Bunlar Kansu’da hâkim olmak için Uygurlarla savaş yapmışlar, fakat en büyük düşmanları Tangut’lar olmuş bunlar 11. yüzyılın ilk yarısında Tangutlarla savaşların sonucu olarak Moğolistan’ın güney-batısını terk ederek bu ülkenin güney-doğusuna <<Şivi>> topluluklarının oturdukları bölgelere göç etmişlerdir.
Cengiz Han’ın kendisince Türk sözcüğünün Moğol ile Türk’ün her ikisini ifade eden bir ad olarak anlaşıldığı görülüyor. Şimdiki Afganistan’da kendisini ziyaret eden Kadı Vahideddin Fuşanci’ye <<Peygamberimiz Muhammed her şeyi önceden bilmiş diyorsunuz; acaba benim zuhur edeceğim hakkında ne demiş?>> diye sormuş. Kadı’da Peygamberin <<uturkû al-turka mâ tarakûhum>>, yani Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız, demiş olduğunu nakletmiş Cengiz Han’da bunun çok bilgece bir söz olduğunu söylemiş. Yani kendisini Türk addetmiştir. Bir Arap Ögeday Han’a babasını rüyasında gördüğünü ve kendisine bir söz söylediğini naklettiğinde Ögeday buna <<babam sana bunu hangi dilde anlattı>> diye sormuş. O da Arapça anlattı deyince Ögeday babasının Moğolca ve Türkçeden başka dil bilmediğini söylemiştir. Cengiz’in ve oğlu tuluy’un ağzından <<Mehmed-oğrı>>, <<Uluğ Tengri>> gibi sözcükler aktarıldığı gibi, Uluğ Beğ tarihinde Cengiz’e Türkçe bir şiir bile nispet edilmiştir.
İran’da İlhanilerin sikkelerinde Moğolca cümleler olduğu, Moğolca mektupları bulunduğu gibi, Cengiz’den ve Mengü kaandan Moğolca kitabeler kalmıştır. Bununla beraber Güyük Han’ın Papaya yazdırdığı Farsça mektubun başı <<ulug ulunsun tuluynung khan yarlıgımız>> diye Türkçe yazıldığı gibi Cengiz’in adına Maveraünnehir’de, Mengü Kaan’ın adına Tiflis’te basılan sikkeler üzerinde de Türkçe cümleler yazılmıştır.
O zamanki Moğolistan’da etnik yapının karışıklığı önünde Cengiz Han’ın kendisini köken bakımından hem Türk hem Moğol sayması haklıdır. Herhalde o kadarı muhakkak ki, Cengiz’in Göktürklerin Şato kolundan geldiği kaydedildiği gibi mensup olduğu Börçegin ailesi kendisini eski Göktürk hükümdarları ve Aşina neslinden saymış ve o eski zamanlardan beri yaşayıp gelen Ergenekon efsanelerini ve başka birçok eski Türk geleneklerini bize bu sülâlenin tarihi bir gerçeği gibi ayrıntı vererek aktarmışlardır. Onun için gerek Cengiz Han’ı ve gerekse onun Moğolistan’dan dışarı çıkıp Türk urukları arasına yerleşerek tamamıyla Türkleşip giden evlâdını Türk hükümdarları olarak değerlendirmekte bir sakınca yoktur. Bunlardan Moğollar arasında Moğollaşmış olanları Mısır’da Araplar arasında Araplaşmış, Çin’de Çinlileşmiş, Hindistan’da Hintlileşmiş Türk sülâleleri gibidir.
Hindistan ve İran ahalisi için Timur Beğ ve oğulları aynı Cengiz ve oğulları gibi Moğol idiler. Bunun için oradaki Timur evlâdına Moğollar denilmiştir, oysa Timur ve oğulları kendilerini Türk addediyordu ve anadilleri Türkçe idi. Babür Mirza 15-16. yüzyıllarda Taşkent ve Yedisu taraflarında hüküm süren Çağatay hanlarını ve onlara bağlı kabileleri Moğol olarak adlandırıyor ve onların kaba ahlâkını eleştiriyordu. Ancak Babür’ün bahsettiği bu Moğol hanlarından Mahmud Han şair idi, kendisinin şiirleri Türkçe olduğu gibi, Moğol olarak adlandırılan bu toplulukların birçoğu da, şüphesiz zamanın Türk oymaklarıydı. Demek ki 15-16. yüzyıllarda Moğol terimi etnik aidiyetten daha ziyade sıfat özelliği taşımıştır.
Moğol adı Oğuzname’de Oğuz Han’ın mağlup ettiği üç amcasına <<Mung-ol>> yani <<gam gussal (bung) olunuz>> diye söylenen Türkçe bir sözcük olarak geçmiştir. Bu bir kavmin değil Börçegin sülâlesinin Doğuda kalan bir kısmının adı idi, sonra bu ad Cengiz Han tarafından kendilerine bağlı olan Türk ve <<Şivi>> topluluklarına verildi ve Şivi’lerin milli adı şeklini aldı. Bununla birlikte Börçegin sülâlesinin Cengiz zamanında ve daha önce dayandığı uruklardan <<Şin Yüan-şi>> tarihinde <<dokuz kabile Kara-Tatarlar>>, Reşididdin’de yalnız <<Dürleğin>> adıyla kaydolunan kabileler, yine Şin Yüan-şi’de <<onbeş kabile Ak-Tatar>> adıyla, Reşididdin’de ise <<Asıl adları Moğol olmayıp, bu adı sonradan alan Türk kavimleri>> diye tanıtılan kabilele adlarının Moğol (Şivi) diline ve telâffuzuna göre değişen Türk Kabileleri oldukları görülüyor ki, asıl <<Moğol>> adı Kara-Tatarlara verilirmiş ve bunlar Onon ve Kerulin sahalarına Tanrı dağları ve Sayan taraflarından gelmişlerdir.
Türk tarihçilerinden bazılarının eserlerinde Arapların Türk ellerini istilâ aşamalarına <<Fütühat>> denilmiş, ancak Müslümanlığı henüz kabul etmemiş olan Türk hakanlarının, Cengiz’in hattâ Müslüman Temür’ün Türk ellerini bir devlet çevresinde toplama girişimleri ve komşu İran illerini fetheylemeleri <<İstilâ>> olarak adlandırılmıştır. Bu durum, Türk tarihini dini duygular altında öğrenmek alışkanlığından kaynaklanmaktadır. Vaktiyle Katolik Almanlar da eski Cermen illerinin Romalılardan geri alınmasını <<barbar Cermenlerin İstilâsı>> (Invasion) şeklinde nitelendirirlerdi.
Yazı A. Zeki Velidi Togan'ın Umumi Türk Tarihi'ne Giriş adlı eserinin 65-66-67-68-69-7-71. sayfalarında bulunan aynı adlı bölümün tamamıdır. Yazı dilini elimden geldiğince sadeleştirmeye çalıştım ancak bazı sözcükleri anlam kaymasına yol açmamak için olduğu gibi bıraktım. Görebildiğim kadarı ile bu bölüm sanalağ üzerinde tek bir sitede yayınlanmış ancak o yer de yazıyı okuyabilmek için üyelik isteğinde bulunuyordu. Türk milletine hizmet ve kamu yararının amaç olması gereken yerlerde bu tür dayatmalardan hoşlanmadığım için bir parça zaman harcayarak kitaptan buraya aktardım. TTK.
Geen opmerkingen:
Een reactie posten