zondag 26 februari 2017

Nöker - Moğollar ve Türk devletlerinde öncelikli görevi askerlik olan kul ve hizmetkâr sınıfı

NÖKER


Moğollar’da ve Türk devletlerinde öncelikli görevi askerlik olan kul ve hizmetkâr sınıfı.

Sözlükte “hizmetkâr, yardımcı, kul, arkadaş” gibi anlamlara gelen Moğolca nöker (nökör) kelimesi Eski Türkçe yanında Farsça’ya da geçmiş, Moğol İmparatorluğu’nda maiyet muhafızlarıyla han ve kabile reislerine hizmet eden ve onları efendi tanıyan bağımsız savaşçıları ifade eden bir terim olarak kullanılmıştır. Hizmetine girdikleri efendilerine canlarının feda olduğuna dair yemin ederek göreve başlayan nökerler köle olmadıklarından kendi istekleriyle görevlerinden ayrılabilirlerdi; ancak eski efendilerine ihanet ederek yeni bir efendinin hizmetine girmeleri hoş karşılanmaz ve cezaya müstahak olurlardı. Sadakat nökerliğin temel ilkesiydi. Çocuk yaşta bir efendinin kendi yaşında bir nökeri olabilirdi. Moğol nökerlerinin öncelikli görevi askerlikti. Her nöker bir subay veya kumandan adayı kabul edilirdi. Bu bakımdan nökerlik kıtası bir çeşit askerî okul niteliği taşımakta olup yüksek rütbeli kumandanlar nökerler arasından çıkardı. Nökerler savaş zamanlarında toplanan milis ordusu müfrezelerine kumandanlık yapabilir, bazan bağımsız tümenleri ve orduları idare edebilirlerdi. Bağlı oldukları reisleriyle aynı zamanda silâh arkadaşı olan nökerler hassa muhafızı durumundaydı. Nökerler askerlik dışında postacılık, elçilik veya idarecilik yapabilirlerdi. Nitekim Mengü Kaan nüfus sayımı ve vergi tesbiti için nöker görevlendirmişti (Cüveynî, III, 48). Eyaletlerde yüksek dereceli memur veya kumandan olarak görevlendirilmeleri dışında nökerler hükümdarın veya bağlı oldukları reisin yanından ayrılmazdı. Bütün ihtiyaçları efendileri tarafından karşılanırdı.

Nökerlik kurumu Altın Orda, İlhanlılar, Timurlular, Bâbürlüler, Çağatay Hanlığı, Hive Hanlığı, Anadolu Selçukluları, Anadolu Beylikleri, Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletleriyle Osmanlılar’da da bazı farklı uygulamalarla varlığını sürdürmüştür. Bâbürlüler’de han veya reislerin emrinde nökerlerden oluşan ordular vardı. Nökerler askerlikten beyliğe kadar yükselirler, çeşitli askerî ve idarî mevkilere gelebilirlerdi. Halkın yanı sıra bir asilzade de nöker olabilirdi. Baykara Mirza, Sultan Hüseyin Mirza’dan büyük olduğu halde onun hizmetinde bir nökerdi. Bâbür’ün kumandanı ve aynı zamanda musâhiblerinden olan Derviş Muhammed Sârbân’a nökerlik verilirken hil‘at giydirilmiş ve eyerli bir at hediye edilmişti.

Nöker tabiri Türkler’de beylerin, bey çocuklarının yanından hiç ayrılmayan ve “yoldaş” denilen arkadaşları için de kullanılmıştır. Nitekim Kadı Burhâneddin adına yazılan Bezm ü Rezm adlı eserde (s. 253, 260) yoldaş “nöker” anlamındadır. Bazı kayıtlarda il beylerinin yoldaş sayısı 300’er, beylerin ise kırkar kişi olarak gösterilmektedir. Hatunların da kırk “ince belli” kızdan oluşan yoldaşları olurdu. Ayrıca Safevîler’den Sultan Muhammed devri Şamlu beylerinden İsmail Kulu Bey hükümdarın maiyetinde yararlılıklar gösterdiğinden kendisine yoldaş ve yoldaşbaşı unvanı verilmiştir. Osmanlılar’da yeniçerilere yoldaş diye hitap edildiği bilinmektedir.

Anadolu Selçukluları’nda sultanın gönderdiği elçilere yardımcı olarak nökerler tayin edilirdi. II. Gıyâseddin Keyhusrev, Kösedağ Savaşı’ndan (641/1243) sonra Moğol-Selçuklu anlaşmasının sağlanması için nâibi Şemseddin Muhammed el-İsfahânî’yi Batu Han nezdine gönderirken İbn Bîbî’nin babası Mecdüddin Muhammed Tercüman’ı ona nöker tayin etmişti. II. İzzeddin Keykâvus da Baycu’nun nezdine Pervâne Nizâmeddin’i kıymetli hediyelerle gönderirken isteği üzerine emîr-i hâcib Muînüddin Süleyman Pervâne’yi yanına nöker olarak vermişti. Bu örneklere Selçuklular’da ve Moğollar’da sıkça rastlanmaktadır. Anadolu Selçukluları güvendikleri nöker statüsündeki emîrlerini uçlarda bey olarak görevlendiriyorlardı. Bazı kaynaklarda Karesi ve Saruhan beylerinin Sultan II. Mesud’un nökerleri olduğu belirtilir. Devletin zayıflayıp askerî yönden çökmeye başladığı XIII. yüzyıl ortalarında Has Gulâm mektebinden çıkan subaşılara nöker denilmeye başlanmıştır (Akdağ, I, 58). Bu dönemde Selçuklu ordusunun büyük bir kısmı sultan, divan ve emîrlerin iktâ karşılığı besledikleri nökerlerden oluşmaktaydı. Selçuklular’ın son devirlerinde ümerânın köleden çıkma daire halkına kul, Türkler’den ücretle tutulmuş özel askerlere nöker adı verilmekteydi. Türkler ve Türkmen unsurları ücretli askerliği yani nöker olmayı kendilerine yakıştıramadığından nökerlik yerilecek onur kırıcı bir meslek haline gelmiştir. Nökerlik Anadolu’da birçok beyliğin ortaya çıktığı dönemde de varlığını sürdürmüştür. Bu beylerin yanında “nökerân-ı hâssa” denilen kapı kulları bulunuyordu. Küçük beyliklerde nökerân-ı hâssada görev yapan kapıkullarının sayısı otuz kırk kadarken Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi devletlerde bu sayı binleri bulmaktaydı. Uzun Hasan’ın oğlu Fars Valisi Şehzade Halîl’in nökerân-ı hâssası 3230 kadardı. Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah, kış münasebetiyle sadece nökerân-ı hâssayı yanında alıkoyup eyalet kuvvetlerini terhis edince Uzun Hasan’ın saldırısına uğramıştı. Kırım Hanlığı’nda da eski Moğol geleneğine benzer nökerliğin bulunduğu, bunlardan mevkilerine uygun davranmayanların ağır şekilde cezalandırıldığı görülmektedir.

Kuruluş döneminde Osmanlı ordusu timarlı sipahiler, yaya ve müsellimler ve beylerin kendi paralarıyla besledikleri nökerlerden (daha sonraki sekbanlar) meydana gelmekteydi. Konuralp zaptettiği Gerede ilini nökerleri arasında paylaştırmıştı. Osmanlı Devleti’nde nöker denilen askerî kuvvetler genellikle süvariydi. Âşıkpaşazâde’nin kaydına göre Çadırlı ve Lefke tekfurları Osman Gazi’ye itaat ederek onun yanında nöker olmuşlardı (Târih, s. 24). Nökerler II. Murad zamanında 5000’e kadar çıkmıştı. Osmanlı Devleti’ne hizmet eden beylerin Selçuklular’da olduğu gibi kendilerine ait nökerleri vardı. Osmanlılar’da kullara iç kapı halkı, nökerlere dış kapı halkı denilmiş, birinciler hassa, ikinciler esas nöker kabul edilmiştir. Osmanlılar’da nökerlerin bir süre sonra yerlerini tamamen sipahilere bıraktığı, bu tabirin sadece Akkoyunlular’dan intikal eden vilâyetlere mahsus olarak eski askerî teşkilâta ait terminolojiyi sürdürme eğiliminin bir yansıması şeklinde kullanıldığı, bazı bölgelerde sipahi ve sipahizâdeliğe dönüştürüldüğü (Barkan, s. 65), bazı yerlerde ise adı korunup kendilerinden avârız ve tekâlif gibi vergilerin talep edilmeyeceğinin kararlaştırılmış olduğu dikkati çeker. Nöker tabirinin izleri XVI. yüzyıldan sonra Osmanlı bürokrasisinde tamamen silinmiştir.


BİBLİYOGRAFYA:

et-Tuhfetü’z-zekiyye fi’l-lugati’t-Türkiyye (trc. Besim Atalay), İstanbul 1945, s. 220; Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul 1968, s. 138; a.mlf., “Türk Tarihinde Nöker ve Nökerzadeler Müessesesi”, TTK Bildiriler, IV (1952), s. 251 vd.; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçukname (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I, 449, 450; II, 83, 143, 145; Cüveynî, Târîh-i Cihângüşâ (Öztürk), III, 48; Esterâbâdî, Bezm ü Rezm (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1990, s. 104, 107, 144, 146, 171, 175, 210, 211, 214, 234, 253, 254, 259, 260, 264, 265, 297, 352, 354, 360, 406, 426, 452, 453, 465, 469, 480, 485; Enverî, Düstûrnâme, s. 75; Âşıkpaşazâde, Târih, s. 24; Tursun Bey, Târîh-i Ebü’l-Feth (nşr. Mertol Tulum), İstanbul 1977, s. 21, 27, 59; Neşrî, Cihannümâ (Unat), s. 50; Bâbür, Vekāyi‘ (Arat), I, 21-22, 29, 288; II, 36, 59-60, 75, 192, 271-272, 378, 636-637; İbn Kemâl, Tevârîh-i Âl-i Osmân, I, 137; II, 78; Moğolların Gizli Tarihi (trc. Ahmet Temir), Ankara 1986, s. 6, 190; Uzunçarşılı, Medhal,






Nöker - Moğollar ve Türk devletlerinde öncelikli görevi askerlik olan kul ve hizmetkâr sınıfı

Mesajgönderen Admin » 26 Mar 2016, 09:46
NÖKER


Moğollar’da ve Türk devletlerinde öncelikli görevi askerlik olan kul ve hizmetkâr sınıfı.

Sözlükte “hizmetkâr, yardımcı, kul, arkadaş” gibi anlamlara gelen Moğolca nöker (nökör) kelimesi Eski Türkçe yanında Farsça’ya da geçmiş, Moğol İmparatorluğu’nda maiyet muhafızlarıyla han ve kabile reislerine hizmet eden ve onları efendi tanıyan bağımsız savaşçıları ifade eden bir terim olarak kullanılmıştır. Hizmetine girdikleri efendilerine canlarının feda olduğuna dair yemin ederek göreve başlayan nökerler köle olmadıklarından kendi istekleriyle görevlerinden ayrılabilirlerdi; ancak eski efendilerine ihanet ederek yeni bir efendinin hizmetine girmeleri hoş karşılanmaz ve cezaya müstahak olurlardı. Sadakat nökerliğin temel ilkesiydi. Çocuk yaşta bir efendinin kendi yaşında bir nökeri olabilirdi. Moğol nökerlerinin öncelikli görevi askerlikti. Her nöker bir subay veya kumandan adayı kabul edilirdi. Bu bakımdan nökerlik kıtası bir çeşit askerî okul niteliği taşımakta olup yüksek rütbeli kumandanlar nökerler arasından çıkardı. Nökerler savaş zamanlarında toplanan milis ordusu müfrezelerine kumandanlık yapabilir, bazan bağımsız tümenleri ve orduları idare edebilirlerdi. Bağlı oldukları reisleriyle aynı zamanda silâh arkadaşı olan nökerler hassa muhafızı durumundaydı. Nökerler askerlik dışında postacılık, elçilik veya idarecilik yapabilirlerdi. Nitekim Mengü Kaan nüfus sayımı ve vergi tesbiti için nöker görevlendirmişti (Cüveynî, III, 48). Eyaletlerde yüksek dereceli memur veya kumandan olarak görevlendirilmeleri dışında nökerler hükümdarın veya bağlı oldukları reisin yanından ayrılmazdı. Bütün ihtiyaçları efendileri tarafından karşılanırdı.

Nökerlik kurumu Altın Orda, İlhanlılar, Timurlular, Bâbürlüler, Çağatay Hanlığı, Hive Hanlığı, Anadolu Selçukluları, Anadolu Beylikleri, Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletleriyle Osmanlılar’da da bazı farklı uygulamalarla varlığını sürdürmüştür. Bâbürlüler’de han veya reislerin emrinde nökerlerden oluşan ordular vardı. Nökerler askerlikten beyliğe kadar yükselirler, çeşitli askerî ve idarî mevkilere gelebilirlerdi. Halkın yanı sıra bir asilzade de nöker olabilirdi. Baykara Mirza, Sultan Hüseyin Mirza’dan büyük olduğu halde onun hizmetinde bir nökerdi. Bâbür’ün kumandanı ve aynı zamanda musâhiblerinden olan Derviş Muhammed Sârbân’a nökerlik verilirken hil‘at giydirilmiş ve eyerli bir at hediye edilmişti.

Nöker tabiri Türkler’de beylerin, bey çocuklarının yanından hiç ayrılmayan ve “yoldaş” denilen arkadaşları için de kullanılmıştır. Nitekim Kadı Burhâneddin adına yazılan Bezm ü Rezm adlı eserde (s. 253, 260) yoldaş “nöker” anlamındadır. Bazı kayıtlarda il beylerinin yoldaş sayısı 300’er, beylerin ise kırkar kişi olarak gösterilmektedir. Hatunların da kırk “ince belli” kızdan oluşan yoldaşları olurdu. Ayrıca Safevîler’den Sultan Muhammed devri Şamlu beylerinden İsmail Kulu Bey hükümdarın maiyetinde yararlılıklar gösterdiğinden kendisine yoldaş ve yoldaşbaşı unvanı verilmiştir. Osmanlılar’da yeniçerilere yoldaş diye hitap edildiği bilinmektedir.

Anadolu Selçukluları’nda sultanın gönderdiği elçilere yardımcı olarak nökerler tayin edilirdi. II. Gıyâseddin Keyhusrev, Kösedağ Savaşı’ndan (641/1243) sonra Moğol-Selçuklu anlaşmasının sağlanması için nâibi Şemseddin Muhammed el-İsfahânî’yi Batu Han nezdine gönderirken İbn Bîbî’nin babası Mecdüddin Muhammed Tercüman’ı ona nöker tayin etmişti. II. İzzeddin Keykâvus da Baycu’nun nezdine Pervâne Nizâmeddin’i kıymetli hediyelerle gönderirken isteği üzerine emîr-i hâcib Muînüddin Süleyman Pervâne’yi yanına nöker olarak vermişti. Bu örneklere Selçuklular’da ve Moğollar’da sıkça rastlanmaktadır. Anadolu Selçukluları güvendikleri nöker statüsündeki emîrlerini uçlarda bey olarak görevlendiriyorlardı. Bazı kaynaklarda Karesi ve Saruhan beylerinin Sultan II. Mesud’un nökerleri olduğu belirtilir. Devletin zayıflayıp askerî yönden çökmeye başladığı XIII. yüzyıl ortalarında Has Gulâm mektebinden çıkan subaşılara nöker denilmeye başlanmıştır (Akdağ, I, 58). Bu dönemde Selçuklu ordusunun büyük bir kısmı sultan, divan ve emîrlerin iktâ karşılığı besledikleri nökerlerden oluşmaktaydı. Selçuklular’ın son devirlerinde ümerânın köleden çıkma daire halkına kul, Türkler’den ücretle tutulmuş özel askerlere nöker adı verilmekteydi. Türkler ve Türkmen unsurları ücretli askerliği yani nöker olmayı kendilerine yakıştıramadığından nökerlik yerilecek onur kırıcı bir meslek haline gelmiştir. Nökerlik Anadolu’da birçok beyliğin ortaya çıktığı dönemde de varlığını sürdürmüştür. Bu beylerin yanında “nökerân-ı hâssa” denilen kapı kulları bulunuyordu. Küçük beyliklerde nökerân-ı hâssada görev yapan kapıkullarının sayısı otuz kırk kadarken Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi devletlerde bu sayı binleri bulmaktaydı. Uzun Hasan’ın oğlu Fars Valisi Şehzade Halîl’in nökerân-ı hâssası 3230 kadardı. Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah, kış münasebetiyle sadece nökerân-ı hâssayı yanında alıkoyup eyalet kuvvetlerini terhis edince Uzun Hasan’ın saldırısına uğramıştı. Kırım Hanlığı’nda da eski Moğol geleneğine benzer nökerliğin bulunduğu, bunlardan mevkilerine uygun davranmayanların ağır şekilde cezalandırıldığı görülmektedir.

Kuruluş döneminde Osmanlı ordusu timarlı sipahiler, yaya ve müsellimler ve beylerin kendi paralarıyla besledikleri nökerlerden (daha sonraki sekbanlar) meydana gelmekteydi. Konuralp zaptettiği Gerede ilini nökerleri arasında paylaştırmıştı. Osmanlı Devleti’nde nöker denilen askerî kuvvetler genellikle süvariydi. Âşıkpaşazâde’nin kaydına göre Çadırlı ve Lefke tekfurları Osman Gazi’ye itaat ederek onun yanında nöker olmuşlardı (Târih, s. 24). Nökerler II. Murad zamanında 5000’e kadar çıkmıştı. Osmanlı Devleti’ne hizmet eden beylerin Selçuklular’da olduğu gibi kendilerine ait nökerleri vardı. Osmanlılar’da kullara iç kapı halkı, nökerlere dış kapı halkı denilmiş, birinciler hassa, ikinciler esas nöker kabul edilmiştir. Osmanlılar’da nökerlerin bir süre sonra yerlerini tamamen sipahilere bıraktığı, bu tabirin sadece Akkoyunlular’dan intikal eden vilâyetlere mahsus olarak eski askerî teşkilâta ait terminolojiyi sürdürme eğiliminin bir yansıması şeklinde kullanıldığı, bazı bölgelerde sipahi ve sipahizâdeliğe dönüştürüldüğü (Barkan, s. 65), bazı yerlerde ise adı korunup kendilerinden avârız ve tekâlif gibi vergilerin talep edilmeyeceğinin kararlaştırılmış olduğu dikkati çeker. Nöker tabirinin izleri XVI. yüzyıldan sonra Osmanlı bürokrasisinde tamamen silinmiştir.


BİBLİYOGRAFYA:

et-Tuhfetü’z-zekiyye fi’l-lugati’t-Türkiyye (trc. Besim Atalay), İstanbul 1945, s. 220; Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul 1968, s. 138; a.mlf., “Türk Tarihinde Nöker ve Nökerzadeler Müessesesi”, TTK Bildiriler, IV (1952), s. 251 vd.; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçukname (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I, 449, 450; II, 83, 143, 145; Cüveynî, Târîh-i Cihângüşâ (Öztürk), III, 48; Esterâbâdî, Bezm ü Rezm (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1990, s. 104, 107, 144, 146, 171, 175, 210, 211, 214, 234, 253, 254, 259, 260, 264, 265, 297, 352, 354, 360, 406, 426, 452, 453, 465, 469, 480, 485; Enverî, Düstûrnâme, s. 75; Âşıkpaşazâde, Târih, s. 24; Tursun Bey, Târîh-i Ebü’l-Feth (nşr. Mertol Tulum), İstanbul 1977, s. 21, 27, 59; Neşrî, Cihannümâ (Unat), s. 50; Bâbür, Vekāyi‘ (Arat), I, 21-22, 29, 288; II, 36, 59-60, 75, 192, 271-272, 378, 636-637; İbn Kemâl, Tevârîh-i Âl-i Osmân, I, 137; II, 78; Moğolların Gizli Tarihi (trc. Ahmet Temir), Ankara 1986, s. 6, 190; Uzunçarşılı, Medhal,





Geen opmerkingen:

Een reactie posten